Her iki ülke de uluslararası sistemin Batılı ülkelerin hakimiyeti altında olmasından rahatsız.
Türkiye ile Çin gerek siyasi geçmişleri gerekse son dönemde ekonomide attıkları adımlarla dikkat çekiyor. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret ettiği Çin ile ilişkilerdeki son durumu uzmanına sorduk.
TED Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü araştırma görevlisi Emre Demir uwidata.com için değerlendirdi.
TÜBİTAK’ın burs programı kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Pekin Üniversitesi‘nde misafir araştırmacı olarak bulunan Demir’in ilgi alanları, Doğu Asya siyaseti, Çin siyaseti ve Çin dış politikası.
Demir’in, Türkiye ile Çin ilişkileri değerlendirmesi şöyle:
İLİŞKİLER OLUMLU DÖNÜŞÜM GÖSTERİYOR:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Osaka Zirvesi’nin ardından Pekin’e bir ziyaret gerçekleştirerek Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreteri Xi Jinping ile bir görüşme gerçekleştirdi. Pekin görüşmesi, 15 Haziran’da Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı kapsamında Tacikistan’ın Duşanbe kentinde gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından ikilinin son bir ay içinde gerçekleştirdikleri ikinci görüşme oldu. Görüşmeler, Türkiye-Çin ilişkilerinde 2016 yılından bu yana yaşanan olumlu dönüşümü göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
Flickr
UYGUR MESELESİ:
Çin ile Türkiye arasındaki ikili ilişkiler üç ana unsur üzerinden değerlendirilebilir: Uygur meselesi, ticari/ekonomik ilişkiler ve Kuşak ve Yol Girişiminin sunduğu işbirliği olanakları.
Bu üç etkenden Çin açısından en hassas olanı pek tabii ki Uygur meselesi. Çin, 19. yüzyılın ortalarında başlayan ve 1949 sosyalist devrimi ile sonlanan sömürgeci dönemi “utanç yüzyılı” olarak adlandırıyor. Bu süreçte Batılı güçler ve Japonya, Çin’in belli bölgelerini kontrolleri altına aldılar ve Çin’i bir yarı sömürge haline getirdiler. Çin Komünist Partisi 1949 yılında iç savaşı sona erdirdiğinde ülkeyi birleştiren ve ulusal bağımsızlığı sağlayan güç olarak “bir daha asla” sloganını benimsedi. Sömürgeci dönemde yaşanan deneyimler dolayısıyla ÇKP, devletin bütünlüğü konusunda çok hassas. Bu nedenle Çin devleti, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde herhangi bir sorun yaşanmaması için burayı fazlasıyla sıkı bir şekilde, polis devleti uygulamaları ile denetimi altında tutuyor.
TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI
Türkiye’nin Uygur meselesine yaklaşımı ise zaman içinde ciddi bir değişim gösterdi. 2009 yılının temmuz ayında Urumçi’de meydana gelen ayaklanmalara Çin devletinin müdahalesi karşısında dönemin Başbakanı Erdoğan “Adeta soykırım” çıkışında bulunmuştu. Çin ise meseleyi iç işi olarak gördüğü için dışarıdan gelen müdahalelere çok sert tepki veriyor. Benzer bir durum 2009’da ve sonrası süreçte de yaşandı. Öyle ki Çinli yetkililerin Türk yetkililer ile ticari meseleler gibi doğrudan siyasi olmayan görüşmelerinde dahi zaman zaman Erdoğan’ın 2009 yılındaki çıkışını gündeme getirdikleri biliniyor. Benzer bir durum Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın bu yılın şubat ayında yaptığı sert açıklama sonrasında da yaşandı. Öyle ki Çin’in Türkiye Büyükelçisi, bu tür açıklamaların Çinli yatırımcıları rahatsız ettiğini ve devam etmesi durumunda Türkiye’ye yatırım gelmeyeceği “uyarısında” bulundu.
PEKİN ZİYARETİ:
Türkiye’nin konuya yönelik yaklaşımında Erdoğan’ın son Pekin gezisi sırasında önemli bir değişim yaşanmış olma ihtimali yüksek. Her ne kadar Türkiye basınında yer almasa da Çin basını, Erdoğan’ın Xi Jinping ile yaptığı görüşmede “Sincan bölgesinde yaşayan halkın mutlu bir yaşam sürdüğü” yönünde bir açıklama yaptığı iddiasında bulundu. Yine Çin basınına göre Erdoğan, Türkiye’nin aşırıcılığa karşı olduğunu vurgulayarak Çin’le karşılıklı siyasi güveni arttırmak, güvenlik işbirliğini güçlendirmek istediklerini ve Türkiye’nin Çin karşıtı eylemlere izin vermeyeceğini belirtti. Uygur diasporasının bu söylemlerden duyduğu rahatsızlık biliniyor. Çin’in duyduğu memnuniyeti ise Çin Devlet Başkanı Xi Jinping görüşme sonrası yaptığı açıklamada dile getirdi.
Pixabay
TİCARİ GELİŞMELER OLUMLU AMA:
Bu memnuniyetin bir göstergesi olarak Çin, bir süredir engellediği Türkiye’den Antep fıstığı ithalatına onay verdi. Ne var ki Antep fıstığının Türkiye’den Çin’e ihracı, iki ülke arasındaki büyük ticaret açığını kapatmaya ancak çok küçük bir katkı sağlayacaktır. Zira 2018 yılında gerçekleşen 23 milyar doları aşkın toplam ticaret hacminin yalnızca 3 milyar dolardan daha az bir kısmını Türkiye gerçekleştirirken, geri kalan 20 milyar doları aşkın hacim Çin tarafından Türkiye’ye satılmaktadır. Dolaysıyla iki ülke arasındaki ticarette çok büyük bir dengesizlik söz konusu.
TÜRKİYE YETERİNCE ÖNEMSEMİYOR:
İşin ilginç yanı ise Türkiye’nin ülke olarak bugün dahi bu konuyu yeterince önemsemiyor oluşu. Her ne kadar 2017’nin son aylarında Pekin’e atanan Büyükelçi Emin Önen ve Çin’de bulunan diğer yetkililer bu konuda önemli çalışmalar yapıyor olsalar da hükümet ve iş insanları maalesef Çin piyasasının önemini yeterince kavramış görünmüyor. Öyle ki Türkiye’nin 2018 yılında Çin’e sattığı mallar içinde ilk üç sırayı alan ürünler olan mermer ve traverten, krom cevherleri ve tabii boratların Çin’e yapılan toplam ihracat içindeki payı yaklaşık olarak %40. Diğer ürünler de incelediğinde görülüyor ki Türkiye Çin’e hammadde, tarım ürünleri ve ara malları ihraç ederken Çin’den aldığı ürünlerin büyük bir kısmını elektrikli makinalar, mekanik cihazlar gibi sanayi ürünleri oluşturmaktadır.
Dolayısıyla Türkiye’nin son günlerde ihraç edilmeye başlanan kiraz ve Antep fıstığı gibi tarım ürünlerinin ve mermer gibi hammaddelerin yanında katma değer açısından ekonomik getirisi çok daha yüksek olan sanayi ürünleri ihracatına yoğunlaşması gerekmektedir. Aksi takdirde bire dokuz olan ticaret dengesizliği Türkiye’nin aleyhine seyretmeye ve hatta daha da büyümeye devam edecektir. Kısacası hükümetin ve iş insanlarının çok büyük olan ticaret açığını ciddiye almaları ve bu durumu düzeltecek adımlar atmaları gerekmektedir.
TÜRKİYE İÇİN FIRSATLAR SUNMAKTADIR:
Bu noktada Çin Devlet Başkanı Xi’nin 2013 yılında başlattığı ve Çin için 21. yüzyılın projesi olarak adlandırılan Kuşak ve Yol Girişimi Türkiye için büyük fırsatları sunmaktadır. Bu girişim, tarihi İpek ve Baharat yollarını günümüz koşullarında canlandırmayı amaçlamakta ve Çin’in Avrupa’ya olan ulaşımını hem karadan hem de denizden güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda Çin, Kuşak ve Yol güzergahındaki ülkelere 1 trilyon dolarlık yatırım yapmayı planlamaktadır. Türkiye, coğrafi konumu dolayısıyla projenin önemli ayaklarından biri olan ve önümüzdeki yıllarda oluşturulması planlanan Orta Koridor üzerinde bulunmaktadır.
Bu güzergâh Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden başlayarak Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaşmakta ve buradan da Avrupa’ya bağlanmaktadır. Türkiye, Avrupa ve Asya arasında köprü olma avantajını kullanarak altyapı ve enerji gibi alanlarda Çin’den önemli miktarda yatırımı çekme potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla bu konulara yoğunlaşmak, iki ülke arasındaki ticaret dengesizliğini gidermek açısından önemlidir.
ÇİN’Lİ TURİSTİ TÜRKİYE’YE GETİRMELİYİZ:
Çin’in Türkiye’ye sağlayabileceği bir diğer önemli katkı da turizm alanıdır. Çinli turistlerin diğer ülke vatandaşlarından önemli bir farkı kişi başına düşen harcama miktarlarının yüksekliği. Öyle ki Türkiye’ye gelen 40 milyon turistin kişi başına düşen harcaması 700 dolar civarındayken, Çinli turistlerin ortalaması 3000 dolar civarındadır. Yani bir Çinli turist, diğer milletlerden dört turistin toplamından fazla harcama yapmaktadır. Geçtiğimiz yıl 130 milyon Çinli turist dünyanın farklı ülkelerine seyahat gerçekleştirdi. Bu muazzam sayının Türkiye ancak 400 bin kişilik kısmını kendisine çekebildi. Yani Türkiye Çinli turistlerin ancak çok küçük bir kısmına ev sahipliği yapabiliyor. Bu sayının bir an önce iki ülke arasında hedef olarak belirlenen 1 milyon sayısına ulaşması, Türkiye’ye giren döviz miktarına önemli katkıda bulunacaktır.
HER İKİ ÜLKE RAHATSIZ:
Ekonomik meselelere ek olarak iki ülkeyi birbirine yaklaştıran bir diğer unsur uluslararası sistemin Batı merkezli yapısı. Başka bir deyişle her iki ülke de uluslararası sistemin Batılı ülkelerin hakimiyeti altında olmasından rahatsız. Bu nedenle Birleşmiş Milletler’i merkeze alan ve Batı dışı ülkelerin daha fazla söz sahibi olduğu çok taraflı bir uluslararası sisteme geçişin savunuculuğunu yapıyorlar. Bu noktada 2016 darbe girişiminden bu yana Türkiye’nin dış ve güvenlik politikalarında yaşanan dönüşüm Batı dışı güçlerle ilişkilerde kendisini göstermektedir.
Önceki yıllarda Türkiye Batı ile daha uyumlu bir politika izlerken günümüzde, Rusya’dan S-400 hava savunma sisteminin alınması gibi meseleler dikkate alındığında, Batı dışı merkezler ile de ilişki içinde olma politikası izlediği görülmektedir. Kısacası Türkiye’nin Batı sisteminden kopmadan, özellikle ABD’nin Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi rahatsız eden hamlelerine karşı bir dengeleme unsuru olarak Rusya ve Çin bloğundan destek beklentisi içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Leave a Reply