Ukrayna’nın merkezinde olduğu provokasyon sonrasında Rus Donanmasının 3 Ukrayna askeri botuna ateş açması ve botları Kerç Limanı’na çekmesi dünya gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Dünyanın dört bir yanında konuya dair yapılan analizler gerginliğin giderek artacağını işaret ederken Ukrayna’nın neden böyle bir provokasyona giriştiği konusunda analizler muhtelif. Görünen o ki provokasyon girişimini Ukrayna’da yaklaşan parlamento seçimlerine yönelik bir iç politika hamlesi olarak değerlendirenler oldukça fazla. Ancak bu fikrin tek başına kabul edilebilmesi için Ukraynalı politikacıların her anlamda “bağımsız siyasi figürler” olduklarını kabul etmek gerekir. Oysa ne yazık ki Ukrayna’da uzun zamandır siyasete egemen olan ana fikirler “Amerikan kaynaklı” ve Ukrayna’nın değil ABD’nin jeopolitik ihtiyaçları ön planda tutuluyor.
O halde yaşanan provokasyon girişiminin sebeplerini Ukrayna içinde değil Ukrayna dışında değerlendirmek gerçeğe yaklaşmak için önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu durumda son birkaç ayda yaşanan olayları kısaca hatırlamak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere daha birkaç hafta önce TürkAkım yani Rusya’dan başlayıp Karadeniz’in altından geçerek Türkiye’ye ve Avrupa’ya uzanan doğal gaz boru hattının açılış töreni yapıldı. Ocak 2020’de gaz pompalanmasının planlandığı bu dev projenin özellikle Kaya Gazı/Petrolü üreticisi ve ihracatçısı olmak için büyük bir atılım içinde olan ABD’nin Avrupa ve enerji politikalarına ters olduğu biliniyor. Doğal olarak ABD’nin sürekli gelişen Rusya-Türkiye ilişkilerinden rahatsız olduğu ve bu ikiliye Almanya’nın da stratejik düzeyde yakınlaşmasının ABD’nin Avrupa’daki egemenliğini zorlayacağı da görülüyor. Bu anlamda TürkAkım’ın açılış törenlerinin hemen ardından Karadeniz’de bir kargaşa çıkarılmış olması tesadüf olarak değerlendirilmemeli.
Son dönemde Ukrayna üzerinden tezgahlanan bir başka gelişme de Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna Ortadoks Kilisesi’nin bağımsızlık talebini kabul etmesiydi. Böylece Ukrayna Kilisesi, Moskova Patrikhanesinden koparılmış oldu. Ancak konunun “dini bir mesele” olarak ele alınması herkesi analiz yanlışına sürükleyebilir. Bu yüzden Ukrayna’nın Moskova Patrikhanesi’nden ABD destekli Fener Rum Patrikhanesi eliyle koparılmasını bölgesel jeopolitik denklemdeki önemli bir adım olarak görmek gerekir. Böylece atılan adımların konjoknktürel ya da birbirinden bağımsız olmadığını tam aksine çok daha büyük bir planın parçası olduklarını görebiliriz.
Bölgede yaşanan bir diğer tartışma da AB üyesi ülkelerin, özellikle Fransa ve Almanya’nın yüksek sesle dile getirmeye başladığı “Avrupa Ordusu” çıkışı oldu. Ancak meselenin sadece yeni bir ordu kurmak amacıyla sınırlı olmadığı aynı zamanda mevcut bir ordudan yani NATO’dan bağımsızlaşmak ve hatta NATO’ya karşı da mücadele edebilmek olduğu hemen anlaşıldı. Konuyu en iyi kavrayan devletin ABD olduğunu söylemeye gerek yok zira Avrupa Ordusu talebi dile getirilir getirilmez Başkan Trump tüm diplomasi kurallarını hiçe sayıp “ABD, gelmeden önce Paris’te Almanca öğrenmeye başlıyorlardı!” diyerek ABD’nin ikinci dünya savaşında Fransa’yı kurtardığını hatırlattı. Aslında sadece bu cümle bile Trump’ın ABD’sinin Avrupa’ya nasıl baktığının göstergesi olmalı. Zaten Trump da sözü hiç eğip bükmeden “Avrupa önce NATO’ya olan borcunu ödemelidir!” diyerek olaylara sadece para ve Amerikan hegemonyası gözlüğünden baktıklarını göstermiş oldu. İlginçtir ki nerdeyse aynı günlerde belki de on yıllardır hiç rastlanmayan haberler de gündeme gelmeye başladı: Suikast timleri! Fransa’da Macron’a suikast engellendi haberleri gündeme gelirken Alman ordusunda da bir suikast timinin tespit edildiği ve Alman siyasilere suikast planları yaptıkları gazetelerde anlatıldı. CIA’nın ve NATO’nun tarihini bilenler bazı haberlerin bir çeşit “uyarı” niteliği taşıdığını anlamışlardır. Bu haberler de öyle midir yoksa tesadüf müdür onu da tarih bizlere gösterecektir.
Tabi ki gelişmeler ve olaylar bunlarla sınırlı değildi. Bu olaylardan hemen önce de ABD, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşmasından çekilerek aslında tüm Avrupa’yı potansiyel savaş alanı haline getirdi. Benzer şekilde Suriye’de uluslararası narco-terorist örgüt PKK ve onun uzantısı olan YPG’yi silahlandırması, eğitmesi, sahaya yayması ve yarınlarda İran’a karşı bir baskı unsuru olarak kullanmak istemesi ABD’nin dünyaya ve bölgeye nasıl baktığının göstergeleri mahiyetindeydi.
O halde sondan başlayarak şu sonuca ulaşmak olası: ABD, zayıflayan bir hegemon güç olarak tek kutuplu dünya dayatmasını şiddet kullanarak devam ettirmek istiyor. ABD’nin kitleleri ikna edecek sözü ve hayali de artık yok! Dünya halkları işsizlik, açlık ve savaş pahasına “Amerika’yı yeniden büyük!” yapmak istemiyorlar. ABD yönetimiyse yok olmadan önce bir kez daha şansını deneyerek tüm dünyayı kaosa sürüklemek istiyor. Bu noktada “can düşmanı” olarak gördüğü ülkeyse dünyanın kalpğahında bulunan Rusya! ABD, Rusya’yı her yerde çevreleyerek hem Avrasya’nın birleşmesini hem de ABD’nin karşısında büyük bir askeri gücün oluşmasını engellemek istiyor. Bu amaca ulaşmak için de bulduğu her fırsatı kaos ve kargaşa çıkarmak için kullanıyor. Elbette bu planın yardımcı aktörleri de var! Mesela Suriye’de Rus IL-20 uçağının düşmesine sebep olan İsrail! Ya da yine Suriye’deki ABD varlığına meşruiyet üretmek için yedekte bekletilen IŞID timleri! Ve elbette ABD’nin hemen her ülkede yetiştirip kamuoyunu yönlendirmek için kullandığı sivil toplum örgütleri, gazeteciler ve siyasetçiler. İşte Ukrayna da, ABD hegemonyası devam etsin diye kullanılan ülkelerden sadece birisi. Bir başka deyişle Ukrayna’da olan hiçbir olayı “sadece Ukrayna’yla ilgili” olarak görmek mümkün değil. Görünen cephede Ukrayna olsa da hem son provokasyonda hem Ukrayna Ortadoks Kilisesinin Moskova’dan koparılmasında hem de NATO ve Avrupa Ordusu tartışmalarında asıl provokatör ABD!
Öyleyse son sorumuz şu olmalı: Asıl provokatörle nasıl mücadele edilir? Cevap reaksiyoner tutum takınmak değildir. Zira sadece provokatörün eylemlerine odaklanmak demek aynı zamanda onun takipçisi olmak demektir. Doğru mücadele tarzıysa provokatörle mücadele ederken daha büyük bir hayali yaratabilmektir. İşte çok kutupluluk; daha adil, daha barışçı, daha huzurlu bir dünya için böyle büyük bir hayaldir. Bu hayali gerçekleştirmek için de Karadeniz’deki Ukrayna kaynaklı provokasyona ve benzeri provokasyonlara karşı bölge ülkelerinin işbirliğinin arttırılması, binlerce kilometre uzaktan gelenlerin kurallarını reddedip yeni bir işbirliği anlayışının hakim kılınması ve örneğin yaptırımlara karşı İran’ın desteklenmesi, Fırat’ın doğusunun mutlaka ABD/PKK/YPG unsurlarından temizlenmesi ve ABD’nin “tek süper güç” politikasına karşı dünyanın her yerinde bölgesel birliklerin teşvik edilmesi gerekir. İnsanlığı daha huzurlu kılacak olan da Ukrayna’yı ABD odaklı düşünme ve provokasyonlara yönelme eğiliminden de kurtaracak olan budur.
Leave a Reply