Günümüz dünyasında, sinema sanatıyla belirgin ilişkisinden, belirgin sinema geçmişinden, tanınmış sinema sanatçılarından ve ulusal sinemasından söz edilemeyecek az sayıdaki devletten biri de Libya. Bir Kuzey Afrika ve Akdeniz ülkesi olarak, çölleri ve gizemli şehirleri dolayısıyla zaman zaman Batı dünyasından sinemacıların ilgisini çekmiş ve pek çok filmde mekan olarak kullanılmışsa da 2011’den bu yana yaşanan derin kaos ve iç savaş nedeniyle yedinci sanat sinemayla bağlarını gerek üretim gerekse tüketim olarak neredeyse sıfırlamış bir ülke var karşımızda.
Yaklaşık 7 milyonluk nüfusa sahip Libya’nın yüzölçümü 1.760.000 kilometrekare, yani Türkiye’ninkinin iki buçuk katı. Petrol ve doğalgaz kaynakları dışında hatırı sayılır bir endüstri kapasitesi bulunmayan ülkede sinema endüstrisinden de söz edilemeyeceği açık. Libya’da bugün yalnızca bir sinema salonu bulunduğunu, onun da kadınlara yasak olup yalnızca Trablus’taki milis kuvvetlere hizmet verdiğini, kısacası Libya sinemasının Afrika’nın ve dünyanın en yoksul ülkelerinden Burkina-Faso’nun bile gerisinde yer aldığını da ayrıca belirtmek gerek.
PEHLİVANIN UMUT ÜLKESİ
Günümüzde sonuçları sıcak biçimde yaşanmakta olan ve Türkiye-Libya arasında imzalanmasıyla Doğu Akdeniz’de tüm dengeleri değiştiren münhasır ekonomik bölge anlaşmasının ötesinde, Türk halkının öncelikle Osmanlı ordusu subayı Mustafa Kemal’in 1911’de İtalyan işgalcilerle savaşmak için gittiği ülke olarak tanıdığı Libya’nın 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye’nin yanında yer alması ve Türkiye’ye yönelik uluslararası ambargoyu tanımayarak yardım etmesi de tarihi ilişkilerde önem taşıyor. Ardından işçilerimiz, müteahhitlerimiz ve işadamlarımız için yeni bir fırsat olarak beliriyor “Libya”. Zeki Ökten’in 1985 yılında çektiği “Pehlivan” filminde Tarık Akan’ın bir yandan çalışmak için Libya’ya gitmenin yollarını arayan bir yandan da yağlı güreş turnuvalarında para kazanmaya çalışan işsiz bir genci canlandırdığını, Libya’nın bir dönem özellikle işsiz vatandaşlarımız için Almanya’nın yerini aldığını önemle anımsatalım.
İŞGALLE GELEN SİNEMA
Eğer bir başlangıçtan söz etmek gerekliyse, 1910 tarihli Fransız yapımı bir belgesel olan “Les habitants du desert de Lybie”, Libya’da çekilen ilk film olarak kayıtlara geçmiş durumda. Devamında İtalyan işgal güçlerinin de bazı kısa belgeseller ve kısa haber filmleri çektiği, ayrıca kendi vatandaşları için birkaç sinema salonu açtığı ülke İkinci Dünya Savaşı döneminde de bu tür çalışmalara konu oldu, özellikle İngiliz, İtalyan ve Alman kameraları bolca çalıştı. Savaşın ardından petrol şirketleri için çekilen belgesel görüntülerin ve uluslararası ajansların kayıtlarının zengin sayılabilecek bir toplam oluşturduğu Libya’nın 1951’de bağımsızlığa kavuşması ise sinema alanında da hareketlilik getirdi ve özellikle turizmi desteklemek için görsel-sanatsal çalışmalar arttı. 1959’da 16 milimetrelik belgeseller ve haber filmleri için kurulan sinema merkezi tüm ülkeyi dolaşan ekipleriyle gelişmeyi hızlandırırken bir yandan da ithal filmler sayesinde sinema Libya halkının popüler eğlence biçimlerinden biri haline geldi. Hollywood ve Avrupa sinemasından örneklerin yaygınlaşması Albay Muammer Kaddafi’nin 1967’de iktidara geçmesi, krallığın yerini Afrika kıtasında kurulan ilk cumhuriyet olarak Libya Arap Cumhuriyeti’nin almasıyla son buldu. Yabancı filmleri kültür emperyalizminin önemli bir aracı olarak gören Kaddafi film ithaline son verdi ve film üretimiyle bizzat ilgilenmeye başladı. Abdellah Rezzoug’un 1972’de çektiği “Kader” Libya yapımı ilk film olarak tarihe geçerken 1973’te Sinema Genel Müdürlüğü oluşturuldu ve 2010 yılına kadar çalışan bu kurum, Libya yönetiminin iç ve dış politikası ile kültürel, dini, hukuki yönelimlerine uygun filmler çekilmesini bir yandan desteklerken bir yandan da denetim mercii işlevi gördü.
MUAMMER KADDAFİ’NİN GENİŞ DESTEĞİ
1977’de Libya Arap Sosyalist Halk Cemahiriyesi’nin ilanıyla birlikte ülkede gerek siyasi gerek ekonomik anlamda yaşanan canlılık ve atılan modernleşme adımları ilginç biçimde sinema çalışmalarına yansımadı. 1970-80’ler boyunca çok az film üreten ve yabancı film yasağından ötürü sinema salonlarının çoğu kapanan Libya, Muammer Kaddafi’nin özel bir önem vermesine rağmen sinema alanında gerileme dönemi yaşamaya başladı.
İlginç nokta, bu gerçeğe rağmen Muammer Kaddafi’nin İslam dünyasına ve sinema tarihine iki büyük film armağan etmiş olmasıdır: “Çağrı-İslamın Doğuşu” (1976) ve “İslamın Kılıcı: Çöl Aslanı Ömer Muhtar” (1980). Her iki film de 11 Kasım 2005 tarihinde El Kaide’nin Ürdün’ün başkenti Amman’da gerçekleştirdiği bombalı saldırıda kızıyla birlikte ölen Suriye asıllı yapımcı-yönetmen Mustafa Akkad’ın imzasını taşıyordu.
Oyuncu kadrosunda Anthony Quinn, Irene Papas, Michael Ansara gibi şöhretleri barındıran “Çağrı”, Muammer Kaddafi’nin geniş mali desteği olmasaydı asla çekilemezdi, çünkü İslam dünyasının önemli bir kesiminden yoğun tepki vardı. Sonuçta Libya-Lübnan-Kuveyt-Fas-İngiltere ortak yapımı olarak tamamlanan film o gün bugündür tarihsel-dinsel filmler kategorisinin başyapıtlarından biri olarak kabul görüyorsa bunda Kaddafi’nin de büyük payı vardır. Filmin özellikle Mısır ve Suudi Arabistan’ın tepkisini çektiğini, Mısır’da (İslam ulemasının cevaz vermemesine rağmen) ancak 2007’de, Suudi Arabistan’da ise 2018’de gösterilebildiğini belirtelim.
Libya ve Mustafa Akad’ın tanınmış bir Hollywood yapımcısı olması dolayısıyla ABD ortak yapımı olarak kotarılan, başrollerde gene Anthony Quinn ve Irene Papas’ı gördüğümüz “Çöl Aslanı Ömer Muhtar” ise doğrudan Muammer Kaddafi’nin “Bizim bir kahramanımız var, onun da filmini yap” şeklindeki çağrısı ve sınırsız sayılabilecek desteğiyle çekilebilen bir filmdi. 1929’da İtalyan sömürgeciliğine karşı savaşan ulusal kahraman Ömer Muhtar’ın yaşamını ve ölümünü anlatan yapım, Libya’nın ikinci büyük katkısı olarak yer edindi sinema tarihinde.
Mustafa Akkad, El Kaide bombalarıyla yaşamını yitirdiği Amman’a, hazırlıklarını sürdürdüğü “Selahaddin Eyyubi” filmi için yapım desteği aramaya gitmişti. Büyük olasılıkla yolu gene Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’yle kesişecekti ve dünya sineması Akkad’ın eliyle, Kudüs’ü Haçlılardan alarak şehirdeki Hıristiyan egemenliğine son veren, Haçlı Seferlerini bozguna uğratan bir başka İslam kahramanıyla da tanışacaktı. Ama olmadı… Mustafa Akkad da Muammer Kaddafi de kalleşçe öldürüldüler!
Leave a Reply